Mustafa Balbay'ın koğuşu Almanya'da
CHP'nin tutuklu İzmir Milletvekili Mustafa Balbay'ın özgürlüğü için Frankfurt'ta bir etkinlik gerçekleştirildi. Kentin en büyük meydanında gerçekleştirilen etkinlikte Balbay'ın kaldığı hücrenin aynısı sergiye açıldı. Etkinliğe çok sayıda sivil toplum kuruluşu temsilcisi, gazeteci ve yazar katıldı.
Etkinliğe Fazıl Say, Genco Erkal, Zeynep Oral, SPD milletvekilleri Oli Niessen ve Turgut Yüksel de katılarak destek mesajları verdi.
Tutuklu gazeteciler raporunu hazırlayan milletvekillerinden Nurettin Demir etkinlikle ilgili görüşlerini şöyle dile getirdi: "Bu hücrenin birebir yapılması, kullandığı eşyalar, sazı, notları, kitaplarıyla Almanya'da sergileniyor oluşu özgürlük mücadelesi açısından çok etkileyici. Gülşah Balbay'ın açıklamaları çok yerinde ona destek vermek Çok duygusal anlar yaşadık ancak Türkiye'deki faşizan ve diktatoryal yönetimin Avrupa'da duyurulması açısından çok etkili oldu. Türkiye'de acı çeken insanlarımızın sesini duyurma şansımız oldu. Çok anlamlı ve etkileyici bir etkinlik oldu. Umarim Türkiye'nin daha özgür daha demokratik olmasına katkı sağlar."
Alman basının yoğun ilgi gösterdiği etkinliğe Mustafa Balbay'ın eşi Gülşah Balbay da katıldı ve bir konuşma yaptı. Balbay'ın hücresi önümüzdeki günlerde Almanya'nın ve Avrupa'nın çeşitli şehirlerinde sergilenmeye devam edecek.
Zeynep Oral/Cumhuriyet
Hayat korkunç! Hayat muhteşem! İnsan, yeryüzünün en vahşi, en acımasız yaratığı! En harikulade, en yaratıcı olan da! Frankfurt’tayım ve birkaç saat arayla cehennemle cennet arasında gidip geliyorum!
Kentin orta yerinde Opera Meydanı’nda, Mustafa Balbay’ın tecritte olduğu dönemdeki hücresi bire bir ölçekte kurulmuş! Tıpatıp aynısı: 6 metrekare! Millet kuyruğa girip içini görüyor. Buradaki insanların aklı almıyor Türkiye’de yaşananları. Hücrenin çevresinde, pankartlar, çiçekler ve Balbay’a mektuplar… Ziyaretçilere Balbay’ın “Yargıtatör” kitabının Almancası dağıtılıyor. Almanya’dan ve Türkiye’den milletvekilleri, sanatçılar… Tek konuşmacı var: Gülşah Balbay. Yaşadığımız süreci anlatıyor. Yanında Yağmur. Ana kız metanet, azim ve cesaret örneği… Dinmeyen bir umutla yalnız kendi yaşadığı değil, Türkiye’de binlerce ailenin yaşadığı haksızlığa ve hukuksuzluğa vurgu yapıyor.
Almanya Sosyal Demokrat Halk Dernekleri Federasyonu’nun (HDF) on kitle örgütüyle düzenlediği bir etkinlik bu… Amaç: Hangi görüşten olursa olsun, gazetecilik yaptıkları için tutuklananlara; düşünce ve ifade özgürlüğüne dikkati çekmek.
Frankfurt’ta, Opera Meydanı’nda saat 16.00. Türkiye’deki hukuksuzluk cehenneme dönüşüyor.
‘Yıkan da yaratan da biziz’
Aynı kent, aynı meydan… Saat 20.00’ye yaklaşırken, telaşlı adımlar çoğalıyor… Bu kez kalabalık o görkemli opera binasından içeri akıyor…
2 bin 500 kişilik muhteşem bir salon. Tek boş koltuk yok. Sahnede Wuppertal Senfoni Orkestrası ve Wuppertal Opera Korosu yerini aldı. Solistler yerlerini aldı. Fazıl Say, piyanosunun başına geçti. Şef İbrahim Yazıcı ellerini, orkestraya ya da gökyüzüne uzattı… Ve Anadolu’dan esen bir rüzgâr bizi sarmaladı. Tanrı’nın ölümlü kulları olarak soluğumuzu tuttuk… Nâzım’ın dizeleri, Fazıl’ın müziği… Artık cennet yeryüzündeydi!
“Nâzım Oratoryosu”nu bugüne değin çok dinledim. İstanbul, Ankara, Aspendos, Efes Antik Tiyatro ve Moskova’da... Ama dün akşamki farklıydı. Belki de bugüne kadarkilerin en görkemlisiydi.. Salonun özellikleri, olağanüstü akustik, Alman orkestra, Alman koro, Alman bariton Thomas Laske… Elbet Türkçe söylüyorlardı: Gerek koro gerek solo tüm Türkçe dizelerin Almanca çevirisi, arkadaki dev perdede Almanca üstyazıyla geçiyordu. Üç küçük solist çocuk da Alman ve Uzakdoğuluydu.
Hasret, tutku, insanlık onuru
Ama belki de en büyük fark dinleyicinin olağanüstülüğüydü. Hasret, özlem, tutku, kıvanç, insanlık onuru… Tümünü yüklenip gelmişlerdi. Genco Erkal’ın yorumladığı her şiire anında tepki veriyorlardı. İzleyicinin coşkusu karşısında Genco Erkal da coştukça coşuyordu!
Soprano Banu Böke, benim için yeni bir keşif oldu. Wuppertal Operası solisti (daha önce Köln Operası’nda çalışmış, belli başlı önemli roller oynamış) sıcacık sesiyle dinleyici büyüledi.
İbrahim Yazıcı orkestrayı kanatlandırdı. Fazıl Say, piyanosuyla bütünleşen afacan bir çocuk gibiydi. Konserin her anı sonsuz bir yoğunlukta, derinlemesine yaşanıyordu. (Konser sonrasında Fazıl Say da “Benim için en güzel Nâzım oratoryolarından biriydi” diyecekti.)
‘Tüm salon ayağa fırladı’
“Nâzım Oratoryosu” yine Anadolu’dan esen rüzgâr sesiyle sona erdiğinde tüm opera salonu ayağa fırladı, alkış kesilecek gibi değildi… Ben bütün gün yaşadıklarımı düşünüyordum:
Gecenin açılışını Frankfurt Belediye Başkanı Peter Feldmann yapmış, Fazıl Say’a teşekkür etmişti. Alkış bitmiyordu. Bu geceyi gerçekleştiren Hessen Türk Toplumu’ydu. Kuruluşunun 20. yılını Fazıl Say’a onur ödülü ve bu konserle kutluyorlardı. Bir avuç insanın sonsuz çabası ve fedakârlığıyla… Başkan Erhan Songün’ün deyişiyle tek tük sponsorluk, birkaç da küçük bağış dışında, bu iş bilet satışlarıyla karşılanmıştı. Alkış bitmiyordu…
Neden sonra ortalık durulup salon boşaldığında Opera Meydanı’nda bir türlü dağılmayan gençler bir ağızdan tempo tutuyorlardı: “Bizi de Fazıl Say! Bizi de Fazıl Say!”… Bilmem Türkiye’den duyan oldu mu?
Balbay’ın hücresinden, “Nâzım Oratoryosu”na uzanan süreçte Şair çok haklıydı. Tıpkı o gün gibi bugün de: “Yıkan da, yaratan da biziz / yıkan da yaratan da biziz bu güzelim, bu yaşanası dünyada.”
DUYURU
Balbay'ın Hücresi - Gazetecilere Özgürlük
Gazeteci - yazar, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) İzmir Milletvekili Mustafa Balbay'ın fikirlerinden tutuklu bulunduğu cezaevi hücresinin aynısı, Frankfurt Alte Oper Meydanı'nda, 17 Kasım 2013 Pazar günü, saat 16:00'da sergilenecek.
Ziyaretçilerin, aslına uygun olarak yapılan hücreyi tüm ayrıntılarıyla gezebilecekleri etkinliğe Mustafa Balbay'ın eşi Gülşah Balbay’ın yanı sıra Türk ve Alman milletvekilleri de katılacaklar.
Hücre içerisinde bulunan her şeyin, Balbay'a ait özel eşyalardan oluşacağı projede, el yazısı notlar, okur mektupları ve kitap çalışmaları da orijinal haliyle ziyaretçilerin ilgisine sunulacak.
Etkinliğe katılanlara, Cumhuriyet Kitapları tarafından bu proje için özel olarak Almanca'ya çevrilen Mustafa Balbay'ın dava sürecindeki usulsüzlükleri anlattığı Yargıtatör kitabı da hediye edilecek.
Türkiye, şu anda cezaevlerinde bulunan 71 gazeteci ile dünyada en çok gazetecinin tutuklu bulunduğu ülkedir.
Bu hücrenin sergilenmesindeki amacımız, hangi görüşten olursa olsun, gazetecilik yaptıkları için tutuklanan insanların bulundukları tecrit koşullarını gözler önüne sermektir.
Biz; aşağıda isimleri yazılı olan demokratik kitle örgütleri olarak, Türk ve Alman kamuoyunu, fikirlerinden dolayı cezaevlerinde bulunan bütün gazetecilerin, yazarların, düşünce adamlarının ve milletvekillerinin haklarını savunmaya, Frankfurt'tan Türkiye'deki haksızlıklara ve hukuksuzluklara karşı ses vermeye çağırıyoruz.
Almanya Sosyaldemokrat Halk Dernekleri Federasyonu (HDF), Almanya Türk Öğrenciler Birliği (ATÖB), Almanya Türk Öğretmenler Federasyonu (ATÖF), Avrupa Burdurlular Federasyonu, CHP Hessen, Rheinland-Pfalz, Saarland Birliği, Frankfurt Alevi Kültür Merkezi, Frankfurt Türkiye Sosyal Demokratları Derneği (TSD), Hessen Eyaleti Atatürkçü Düşünce Derneği (HE - ADD), Hessen Türk Toplumu (TG - HESSEN), Türk Öğretmenler Derneği (TÖDER)
İnsan haklarından, düşünce açıklama özgürlüğünden ve demokrasiden yana olan her kesimden ve görüşten kişinin katılmasından büyük mutluluk duyacağımız bu etkinlikte, destek veren kuruluşların flamaları dışında afiş, pankart, bayrak vb. sembollerin taşınmaması en önemli ricamızdır.
İsmail EREN Yıldız AKALIN
HDF Genel Başkanı TSD BAŞKANI
Türkiye Cumhuriyetinin 90. Kuruluş Yıldönümü Kutlu Olsun:
Cumhuriyetin 90. kuruluş yıldönümünde Türkiye’nin önemli bir kısmı Cumhuriyetin geleceğinden endişe ediyor ve Cumhuriyetin ihanete uğradığını düşünüyor. Çünkü kuruluşundan 90 yıl sonra bir Cumhuriyet iktidarı Cumhuriyetin en temel kavramlarını sorguluyor.
Cumhuriyetin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk elini öpmek içen eğilen bir kadın öğretmenin önünden „rica ederim“ sözleriyle çekilerek Cumhuriyet öğretmeninin görevinin el öpmek değil „zihni hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller yetiştirmek“ olduğunu söyler.
Yetiştirebildik mi bu nesilleri? Evet, ama özlenen bu parlak nesilleri yurt sathına yayamadık. Yetiştirebildiklerimizin ilim, irfan yolunda ilerleyeceği eğitim kurumlarını, yaşamayı arzulayacağı çağdaş Türkiye’yi 90 yılda kuramadık. Cumhuriyetin yetiştirmeyi arzu ettiği bu nesiller birkaç büyük şehrimizde kısıtlı kaldı. Bu gençlerin diğer kısmı kitaplarda okudukları çağdaş Türkiye’yi Türkiye’de bulamayınca çağdaş bir yaşam için Avrupa’ya, Amerika’ya gittiler. Türkiye Cumhuriyeti Atatürk’ten sonra gençlerinin bilim yolunda ilerlemesini sağlayacak akademik kültür ve altyapıyı sağlayamayı başaramadı.
En önemlisi, cumhuriyet okulları çocuklarına sorgulamayı değil askeri nizam uygun adım yürümeyi ve itaati öğretti. Çünkü zamanında ülke için tek çare olan askerlerce kurulan Türkiye Cumhuriyeti asker kurucularının sivilleşme çabalarına rağmen sivilleşmeyi başaramadı. Askeri biat kültürüyle yetişen nesillerin önemli bir kısmı birey olamadı. Birey olabilenler ise bunu devletin sorgulamayı teşvik eden eğitim sistemine değil ailelerine borçlu oldular. Birey olamayanın, kendi fikri olmayanın, fikri varsa da söylemeye cesareti olmayanın hiyerarşik yapılarda biat etmesi kolay oldu. Fikrini söylemeye cesareti olan gencecik çocukların hesabına ise bu Cumhuriyette darağaçları, düşündüğü kadar his de eden pırıl pırıl Türk aydınlarına da sokak ortasında faili meçhul kurşunlar düştü. Tek adam partilerini ve lidere yaltaklanma kültürünü kıramadık. Babaya, devletin her dereceden memuruna, öğretmene itaat esastı Cumhuriyetimizde. Cumhuriyet nesilleri bu yüzdendir ki taassubun kısır döngüsünü kıramadı. Türkiye, Atatürk’ün dediğinin tam tersi şekilde, kuruluşundan 90 yıl sonra şeyhler, müritler ve cemaatler ülkesi oldu. Artık tüm laik cumhuriyet taraftarları sonuçlarla boğuşma değil nedenlerle samimi bir hesaplaşma yapmaya girmek zorundadır.
Samimi şekilde hesaplaştık mı Türkiye neden darbeler ülkesi oldu diye? 60larda, 70lerde, 80lerde, 90larda askeri darbe, 2000lerde rövanşist sivil darbe. Hiç sorguladık mı Cumhuriyet tarihi boyunca insan sevgisini niçin yeşertemediğimizi? Bu ülkenin niçin sonu gelmez bir şiddet kültürüne teslim edildiğini? 30lardaki Trakya Yahudilerinin utanç verici sürgünlerini, 40lardaki Varlık Vergisi rezaletini, insanlık dışı, ırkçı 1955 6-7 Eylül pogromlarını, 90lı yıllarda neden vatandaşlarının mülteci olarak en çok terk ettiği ülkenin Türkiye olduğunu Cumhuriyet elitleri ne kadar sorguladı, ne kadar kendine dert edindi?
Kolaycı bir “dış güçler” retoriğinin arkasında saklambaç oynamayı bırakıp içimizdeki faşizmle hesaplaşmadan ve Atatürk’ün mirasına ilk ihanet edenin Atatürk maskeli, NATO güdümlü TSK olduğunu anlamadan ne Cumhuriyet kazanımları savunulabilir ne de bugünkü sivil vesayete karşı tabandan savunma mevzileri kurulabilir. Bugün eski TSK mensuplarına yapılan muamele eskiden askerlerle yürütülmüş vesayetin artık siviller üstünden yürütülmesi ile bir nöbet değişiminden ibarettir. Eskiden halkın efendisi konumu alarak insan haklarını ve insan haysiyetini yerle bir eden Silahlı Kuvvetler mensupları ne kadar suçlu idiyse bugün de askerleri tasfiye amacıyla haksız ve hukuksuz muameleye maruz bırakan sivil iktidar aynı şekilde suçludur. Laik Cumhuriyetin teminatının adresi artık bürokraside değil sokaktadır. Sokakla barışmak ve yeni sistemle hesaplaşmanın yolu laik Cumhuriyet taraftarlarının önce kendileriyle hesaplaşmasından geçiyor.
Sosyal Demokrat değerlerin kardelen çiçekleri gibi açacağı, yüreği solda atan bir Türkiye temennisiyle Cumhuriyetimizin 90. yılı kutlu olsun.
HDF Yönetim Kurulu
BASIN AÇIKLAMASI 23.10.2013
EŞKİYANIN GECE BASKINI
Türkiye'de AKP iktidarınca uygulamaya konulan Hukuk Devletini ortadan
kaldırma azgınlıkları her geçen gün yasaları hatta anayasayı hiçe sayma
şiddetini artırarak sürdürmeye devam etmektedir.
Demokrasi ile yönetilen hiçbir ülkede rastlanmayan uygulamalar bugünün
Türkiye'sinde iktidar ve yandaşlarınca günlük yaşamın gereği gibi her alanda
dayatılmaktadır.
Üniversitelerin özerkliği ortadan kaldırılmış, iktidarı eleştirmek, hak aramak,
düşünce özgürlüğünü savunmak terör suçu sayılmakta, her türlü yasal gösteri,
ve yürüyüşler şiddet uygulanarak engellenmektedir.
İktidar eliyle devlet terörü şiddetini artırarak ülkeyi hızla dikta rejimine
dönüştürmektedir.
Bilim yuvaları olması gereken üniversiteler cezalandırılmakta, bilimi savunan
öğretim üyeleri baskı altına alınmaktadırlar..
Yolsuzlukların ve hukuksuzluğun sorgulanamaz konumuna getiren AKP'li
belediyeler ve belediye başkanları anayasal suç işleme konusunda hak
sahibi durumuna getirilmiştir.
Son olarak, yolsuzlukları, kanunsuz uygulamaları, sanata, bilime, ve bayan
gazetecilere karşı terbiye sınırlarını aşan davranışları olağan duruma getiren
Melih Gökçek Danıştay kararlarını bile hiçe sayarak; Türkiye'nin yanında
dünya Üniversiteleri arasında saygın bir yeri olan Ortadoğu Teknik Üniversitesi
ne (ODTÜ) gece baskınıyla binlerce ağacı keserek işlediği suça başbakan da
destek vermiştir.
Sosyaldemokrat Halk Dernekleri Federasyonu-HDF- her türlü hukuksuzluğu
kınarken, bu baskılara, hukuk tanımazlığa sesini çıkarmayan AB'yi ve çevreci
geçinen siyasi partilerin tutumunu kamuoyunun bilgisine ibretle sunarız.
İnancımız odur ki; Türkiye, aydınlarıyla, yurtseverleriyle, gençleriyle bu
baskılara boyun eğmeden onurlu mücadelesini hukuk kuralları içerisinde
sürdürecek ve suçluları yansız bağımsız yargının karşısında hesap verdirmeyi
başaracaktır.
''Eşkıyanın gece ne yapacağı bilinmez '' Ama, Eşkıyanın Türkiye'ye
hükümdar olamayacağını'' Biliyoruz ve inanıyoruz.
Yıldız AKALIN
Sosyaldemokrat Halk Dernekleri Federasyonu HDF
Genel Başkan Yardımcısı